Altan Öymen

‘Aşırı sağ’ tehlikesi...

12 Haziran 2024 Çarşamba

Dün, bu satırları yazarken televizyonlarımızda iki konu vardı. Biri, iki büyük partimizin genel başkanları arasındaki diyaloğun ikinci aşaması... İkincisi ise Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları...

Erdoğan-Özel görüşmesi, saat 16.00’da başlayacak. Sonucun açıklanması ve ilgililerce yorumlanması da biraz zaman alır. Benim yazıyı bitirip baskıya yetiştirme zamanım ise doğal olarak sınırlı. O açıdan Avrupa seçimleri konusundan söz edeceğim.

O seçimler, Avrupa Birliği ülkelerinde, geçen perşembe günü başlamıştı. İlk olarak Hollandalılar oylarını kullanmıştı. Daha sonraki günlerde de AB’nin diğer ülkelerinde devam etti ve bitirildi.

Cumhuriyet’te o süreçle ilgili yazısında Nilgün Cerrahoğlu’nun yazı başlığı şöyleydi:

“Avrupa’nın kader seçimi...”

Başlık isabetliydi. O seçimin sonuçları, Avrupa’daki “aşırı sağ” tehlikesiyle ilgiliydi. O tehlikenin kuvvetlenip arttığını mı gösterecekti, azaldığını mı?... Pazar gününe gelinip sayım işleri tamamlandıktan sonra o sorunun cevabı belli oldu: O tehlike artmıştı. Özellikle de demokrasinin beşiği sanılan Fransa’da... Le Pen’in başkanlığındaki aşırı sağcı parti “Ulusal Birlik Partisi” birinci parti olmuştu. Bugünkü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Rönesans Partisi” ikinci... Sosyalist Partisi ise üçüncü...

O sonuçlar karşısında da Macron, Fransa’nın kendi, ulusal meclisini yeni bir seçime gitmek üzere feshedeceğini açıklamıştı.

Almanya dahil, öteki AB ülkelerinin çoğundaki sonuçlar da aynı şekilde aşırı sağın önemli ölçüde güçlendiğini gösteriyordu. Bu durum, tabii, sadece Avrupa’da değil, dünyanın -rejimleri demokratik olan- pek çok ülkesinde kaygılar yaratmıştı. O arada 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki Avrupa’da başlayıp 1940’ların ortasına kadar kalıcı olan aşırı sağcı rejimleri hatırlatmıştı.

***

Evdeki kitaplarım arasında o dönemin olaylarıyla ilgili gazete yayınlarını kronolojik olarak yansıtan Almanaklar vardır. Bu yazıyı yazarken onları karıştırıp baktım.

Önce bundan 100 yıl öncesine baktım. 1924 yılına. O yılın Avrupa’sının bazı ülkelerinde aşırı sağ kendini göstermeye başlamış. 1922’den itibaren, zaten Mussolini var İtalya’da. Krallık da var ama “tek adam” olarak her şeye fiilen hâkim olan kişi Faşist Partisi’nin “Duçe”si Mussolini...

1918’de Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla kurulan devletlerin bazılarında cumhuriyet yönetimleri kurulmuş ama o ülkeler de ya Avusturya’daki gibi otoriter cumhuriyet ya da Macaristan’daki Amiral Horthy’nin naipliği gibi rejimler altında kalmıştı.

Zaten eski hanedan rejimlerinden kalan alışkanlıklar içinde gerçekten demokratik rejimlere olan rağbet fazla veya devamlı değildi.

Hele dünyanın büyük kısmının etkisi altında kaldığı 1929-30 yıllarındaki genel ekonomik buhranın etkisiyle yaşanan yoğun işsizlik yıllarında, demokrasinin bir işe yaramadığı ve ekonomik sorunları ancak otoriter liderlerin çözebileceği propagandasının etkisi artıyordu.

***

Bir de daha sonra neler olduğunu görmek için 1930’lu yıllara bakalım.

1933’teki demokratik seçimlerde, Almanya’da Hitler mutlak çoğunluğu aldı. Başbakan oldu. Meclis’ten kanun çıkarma imkanını hükümet olarak da kullanabilme yetkisini aldı. Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sonra ise onun yetkilerini de bizzat üstlendi. Rejimi, tam bir “tek adam” rejimi haline getirdi.

Sonrası malum, sadece Almanya’yı değil, Avrupa’yı da Asya’yı da Amerika’yı da kapsayan İkinci Dünya Savaşı’nı çıkardı Hitler. Milyonlarca insanı ölüme götüren, bir o kadarını sakat bırakan ve pek çok yerleşim ve üretim merkezini yok eden savaşı. 

Peki, bugünkü durumun arkası nasıl gelir? “Aşırı sağcı”lığın, 1920’lerdeki, 1930’lardaki o felaketli duruma benzeyen gelişmelere yol açabilir mi?

Bence, o kadar kötümser olmaya gerek yok. Çünkü, 20. yüzyıldaki o tehlikeye uğradığımız ve onun sonuçlarını yaşadığımız dönemlerin anıları, anlatımları, yazıları, fotoğrafları, henüz ortadan kalkmadı. Bunların sadece bir kısmı hatırlansa bile bu, o tehlikeden korunmak için gereken her önlemin alınması gerektiğini görmeleri için, tüm ilgilileri, siyasetçileri, seçmenleri uyarmaya yeter.

Malum, bizim İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in ünlü mısraları da vardır, bizim iktidardaki politikacılarımız sık sık tekrar eder. Şöyledir:

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi.”

Evet, dünyanın yakın tarihinden ibret almayı, artık dünyadaki herkesin hatırlamasının zamanıdır. 

“Aşırı iyimserlik” de denilebilir, ama ben bir “aşırı sağcılık” fırtınasının dünyaya yeniden hâkim olmasının, o sayede önlenebileceğine inanıyorum. 1945’ten bu yana önlenebildiği gibi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eylül ve CHP (3) 18 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları